...11 TmE TaYFaSi...
- "MENÜ"
- "SıNıF MENÜ"
- "WeB DeRSHaNe1"
- "WeB DeRSHaNe2"
- ""YGS SiSTeMi""
- ''BiLGi''
- "SiiRLeR"
- "FiLoZoFLaR"
- ARİSTOTELES
- AGUSTE COMTE
- DESCARTES
- DAVİD HUME
- HERAKLİTOS
- FARABİ
- GAZZALI
- GORGİAS
- HEGEL
- İBNİ SİNA
- PLATON
- SOKRATES
- JOHN DEWEY
- JOHN LOCKE
- "YAZARLARIMIZ"
- "KOMEDİ"
- "aSıGıN MeKTuBu"
- "YeNiLeR"
- Yeni sayfanın başlığı
PLATON
PLATON
Platon, bir bildirime göre 427 yılında doğmuştur. Doğduğu yer için de Atina ile Aigina (Pire körfezinde bir ada) gösterilir. Ailesi, Atina’nın en eski, en soylu ailesinden. Bir sanatçı olan Platon , çeşitli edebi türlerde birçok şeyler yazmış. Ama anlatıldığına göre, yazdıklarını beğenmemiş ve pek çok da Sokrates’in üzerinde yaptığı çok derin etki yüzünden bunları yakmış. Sokrates ile tanışmazdan öncede felsefe ile ilgilenmiş; hocası Herakleitosçu Kratylos imiş. Yapıtlarıyla Platon, hocasına bugüne kadar bütün canlılığı ile ayakta kalan bir anıt dikmiştir. Bu anıt, Sokrates’in yorulmak bilmeden bilgiyi araması, irkilmeyen sağlam karakteri, doğruluk ve hak uğruna ölüme gitmesi karşısında Platon’un duyduğu hayranlık ve saygıyı dile getirir.
Platon’un Güney İtalya ve Sicilya yolculuklarının düşünce hayatı üzerinde derin etkileri olmuştur. Güney İtalya’ya Platon, Atina’da tanımış olduğu Pythagorasçıların çalışmalarını yerinde ve yakından tanımak için gitmiş. Bu yolculuk, bir yandan ondaki matematik ilgisini güçlendirmiş, öbür yandan da ona dini-mistik görüşler edindirmiştir. Pythagorasçılardan edindiği bu etkiler, onun felsefesinin Sokratesçi öğe yanında ikinci büyük öğesidir. Sicilya’dan ilk dönüşünde Platon, Akademos denilen bölgede ünlü okulu Akademia’yı kurmuş,i yirmi yıl buranın yönetim ve öğretimiyle uğraşmıştır.
Platon’un yapıtları ile bunların felsefesinin gelişme dönemlerindeki yerleri gösteren tablolardan biri şöyledir:
Gençlik dialogları
Apologia, Kriton, Protagoras, İon, Lakhes, Politeis I, Lysis, Kharmides, Euthyphron.
Geçit dialogları
Gorgias, Menon, Euthydemos, Küçük Hippias, Kratylos, Büyük Hippias, Menexenos.
Olgunluk dialogları
Symposion, Phaidon, Politeia II –X, Phaidros.
Yaşlılık dialogları
Theaitetos, Parmenides, Sophistes, Politikos, Philebos, Timaios, Kritias, Nomoi.
Platon bir problem düşünürüdür.Elli yıl boyunca düşünüp yazmış, problemlerle didişmiş, bu arada görüşlerini boyuna düzeltip olgunlaştırmıştır.
Platon’un gelişmesindeki ilk dönem, Sokrates’in etkisi altında düşünüp yazdığı dönemdir. Onun için bu dönemine onun “ Sokratesçi dönemi” denir. Sokrates’in öğretisi Platon felsefesi için çıkış noktasıdır. Felsefeye Platon Sokrates’in anlayışı çerçevesi içinde girmiş, sonra bunu gittikçe aşarak kendi görüşüne ulaşmıştır. Gerçekten de Platon’un bütün dialoglarında Sokrates sahneye çıkar; bunların pek çoğunda baş sözcü odur. Platon’un “Gençlik dialogları” nda büyük hocasının kişiliğini ve düşüncelerini büyük bir sevgi ve saygı ile belirtmeye çalışmak istemesinin pratik bir nedeni de vardır: Bununla Platon Sokrates’i Sofistlere ve onu Sofist sananlara karşı savunmak istemiştir. Bu dialoglar, ayrıca Sokrates’in Sofistlere karşı açmış olduğu savaşımın ileriye götürülmesidir.
Bir Sokratesçi olarak bu döneminde Platon’u yalnız erdem ve bilgi sorunları ilgilendirir: Erdemin özü ve kavramı, erdemin birliği ve çokluğu, erdemin bilgiye ve öğretilebilmeye olan ilgisi incelediği, çözmeye çalıştığı başlıca sorunlardır. Lakhes dialogunda cesaret, Politeia I da adalet, Lysis’te dostluk, Kharmides’te ölçülülük (sophrosyne), Euthyphron’da dinlilik, Protagoras’ta erdemin bütünü, özellikle de öğretilip öğretilemeyeceği ve birliği sorunu incelenir. Bu gençlik dialoglarının amacı: Ahlakın başlıca sorularını , kavramsal bilgiler olarak oluşturmaktır. Dışarıdan bakıldıklarında, bütün Sokrates dialoglarının olumsuz bir sonuçla bittiği görülür: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce dialog da sona ere; araştırmada bir çıkmazla (aporia) karşılaşılmıştır; ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır. (Aporetik dialoglar da denir bunlara). Ama, dikkat edilirse, sorunun yanıtına hiç olmazsa işaret eden bir takım düşüncelerin ortaya konmuş olduğu da görülebilir.
Platon’un Sokrates’ten ayrılıp, kendi felsefesine doğru ilerlemesi yavaş yavaş olmuştur. Bu ilerleme, birtakım basamaklardan geçerek, sonunda Platon felsefesi için temel bir görüş olan idea öğretisine ulaşır. İdea öğretisini de çeşitli görünüş ve formüllerle şu dialoglarda buluyoruz: Gorgias, Menon, Euthydemos, Kratylos, Menexenos, Symposion, Phaidon, Politeia, Phaidros, Theaitetos, Parmenides, Spohistes, Politikos, Timaios, Kritias. Bunların arasında Symposion, Phaidon, Politeia, Phaidros dialogları idea öğretisi için en önemli olanlarıdır.
Sofistlerin dünya görüşü yarara hazza dayanıyordu. Platon bu anlayışın karşısına, tam bir Sokratesçi olarak, iyi kavramıyla çıkar. Ona göre “iyi”, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik eğridir (telos). Gerçek devlet adamının başlıca işi de, yurttaşlarını “iyi” ye ulaştırmaktır, bunun yollarını bilmektir.
Sokrates’in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “doğru” nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler, hele yenileri, bunun olamayacağını söylüyorlardı. Platon bu sorunu, Menon dialogunda, Orphik –Pythagorasçı görüşten edindiği ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle çözer.Buradaki düşünce şu: Ruh ölümsüzdür ve birçok defalar yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades’te (öbürdünyada) bulunan her şeyi görmüştür. Yeryüzünde (doğada) her şey de birbirine bağlı olduğu için, ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce, bilinçsiz bir halde bulunurlar; bunlar, ilkin, bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi halin gelirler. Buna göre: Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Bu anlayış ile, Platon, felsefesinin iki ana- görüşünü de elde etmiş, belirtmiş oluyordu: Ruhta bilinçsiz bir halde bulunan doğuştan tasavvurların olduğu görüşü, bir de doğru sanı ( orthe doxa) ile bilgi (episteme) arasındaki karşıtlık. Bilinmeyen bir şeyin aranabileceğini, Sokrates, Menon dialogunda hiç matematik bilmeyen bir köleye, ustaca sorular sorarak bir geometri problemini çözdürmekle tanıtlar.
Bu görüşü ile Platon araştırmanın olabilirliğini, dolayısıyla da felsefenin de olabileceğini ortaya koymuş oluyordu.
Platon felsefenin bilgi anlayışından doğan ana metafizik düşüncesi, iki dünyanın ayırt edilmesine dayanmaktadır. Bu dünyalardan biri varolanı ve hiç oluş halinde olmayanı, öteki ise hep oluş halinde olup hiçbir zaman varolmayanı içine alır. Birincisi akıl bilgisinin , ikincisi de doğru sanının konusudur. Buna göre: Duyularla algılanan cisimlerin karşısında cisimsel olmayan idealar vardır. Bunlar, uzayın ya da cisimler dünyasının hiçbir yerinde bulunmaz; kendi başlarınadırlar; duyularla değil, düşünme ile kavranırlar; düşünülen, akılla kavranılan bir dünya meydana getirirler. İşte, felsefi erdemin koşulu olan gerçek bilginin temeli, kökü ancak bu idealar dünyasında bulunabilir.
Ruh, Platon’a göre , idealar dünyasında bulunuyordu, buradan sonra yeryüzüne inmiştir. Bundan dolayı da, ruhun iyiliği ile kötülüğünün kökeni dışarıda değil de, ruhun kendisinde, kendi içinde aramalıdır. Ruhu Platon üç kısma bölüyor: Ruhun idealara yönelmiş olan, güdücü, akıllı bir kısmı ile iki tane de isteyen, duyusal yönü vardır. Bu sonunculardan bir tanesi akla uyarak soylu, güçlü, istençli eyleme, öteki de akla karşı gelerek bayağı, maddi duyusal isteklere, iştaha götürür. Bu düşüncesini Platon, Phaidros dialogunda, biri beyaz öteki yağız iki atın çektiği bir arabayı kullanan bir sürücü simgesi ile canlandırmıştır. Burada sürücünün kendisi, arabayı güden olarak aklı karşılar; beyaz at soylu isteğe, yağız at da madd, isteğe karşılıktır. İşte ruhun yağız kötü atla simgelenen yönü, arabayı hep aşağılara sürüklemek istediği için, Tanrısal dünyada ruhu ideaları görmekten alıkoymuş, onun yeryüzüne düşerek bir vücutla birleşmesine, böylece ruhla bedenden kurulmuş insanın meydana gelmesine yol açmıştır.
Anımsamanın nasıl oluştuğu üzerindeki düşünmeleri de, Platon’u eros (sevgi) kavramına götürmüştür. Eros kavramı, idea öğretisinin ilk tasarısı için çok karakteristik bir kavramdır. Platon’a göre, insanın çok özel bir yetisi var; insan bir çok algıları b,r kavram halinde toplayabiliyor. Objektif olarak görüldüğünde, bu yeti, insan ruhunun bir zamanlar idealar dünyasında görmüş olduğu ideaları anımsamasından başka bir şey değildir. İnsandaki nu yeti de kendini en kolaylıkla “güzel” de gösterir. “ Güzel” zaten idealar dünyasında her şeyin üstünde parlar; yeryüzünde de en ışıltılı olan, en göze çarpan odur; duyuların en açık olarak kavradığı “güzel”dir, güzel’i severiz, güzel bizi çeker. Platon’un deyişiyle: Eros güzel’e yönelir, ilgisi güzel’edir. Eros doğru olarak yönetilirse insanda felsefi bir coşku uyandırır, bu coşu da bize güzel ideasını hatırlatır, anımsama yolu ile ideaları görmeye vardırır.
Platon’un idea öğretisi başlıca dostluk, hitabet ve siyaset sanatı sorunlarını yeni açıdan inceler. Bu sorunlar da, ona göre, ancak felsefe ile çözülebilir. Bundan dolayı insan için felsefe ile uğraşmaktan daha önemli bir şey olamaz. Çünkü gerçek dostluk, felsefe sevgisi (eros) ile ruhları tutuşmuş kimselerin biraraya gelip felsefe yapmalarından, böyle bir beraberlikten başka bir şey değildir. Gerçek söz söyleme sanatı da ruhun sözlerle güdümüdür. Bunun için ele alınan konuların gerçek özünü bilmek gereklidir. Ayrıca açık ve çelişkisiz konuşabilmek için dialektik’i, bunun kavramları kurma ve sınıflama bölümlerini bilmeli; sözlerin iyi yemişler vermesi isteniyorsa, insanları, doğal amaçları olan mutluluğa ulaştırmak olan devlet yönetimi sanatı da felsefesiz olamaz; çünkü yalnız felsefe, neyin insanları gerçekten mutlu yapacağını gösterebilir.
Platon’un erdem öğretisi ile devlet öğretisinde, ruhun üç parçalı olduğu görüşünün önemli bir yeri vardır. Gençlik dialoglarında Platon, Sokrates gibi, tek tek erdemleri bilgiye bağlamaya çalışıyordu. Sonraları ise ayrı ayrı erdemleri tek başlarına gözden geçirmiş, bunların aralarındaki sınırları çizmek istemiştir; ama bunu yaparken erdemlerin birliği ve akılla ilgili oldukları anlayışına pek bağlı kalmıştır. Kendilerinde ruhun üç bölümünden biri ya da öteki ağır bastığına göre, Platon insanları üç kategoriye ayırıyor: Zenginliği sevenler, şerefi sevenler,bilgiyi sevenler. Bu üç değerden –zenginlik, şeref, bilgelik –birine ulaşmayı istemeyenlerin ölçüsüne göre üç insan tipi meydana gelir. Bunlarda, ancak devlet içinde tam anlamlarını kazanacaklardır.
Platon’un ideal devletinin yasası, tam bir aristokrasidir, “en iyilerin”, yani bilgililerin, erdemlilerin başta bulunmasını isteyen bir devlet biçimidir. Bu devlette kanunların konulması, topluluk hayatının düzenlenmesi işi filozoflara, bilge kişilere verilmiştir. “Başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazsa,insanlığın acıları sona ermeyecektir” (Politeia).
Politea dialogunda Platon yalnız ii yukarı zümreyi ele alır, bunlar devletin bekçileridir (phylakes). Halk (demos) bilgiye değil de, gelenek –göreneğe dayanan basbayağı erdem ile yetinecektir. Ama koruyucular (savaşçılar) takımı da kesin anlamında erdemli değildir, çünkü bunla da felsefi bilgiden yoksundurlar. Bunlara verilen eğitim, ancak kendilerini kabalıktan, kırıcılıktan kurtarıp onlara ölçülü bir cesaret sağlar. Devlet öğretisinde Platon halkı kendi haline bırakıyor.
Hayatının son yıllarında Platon’un yine ahlak sorunlarına, onun için hep başlıca bir kaygı olmuş olan bu alana döndüğünü görüyoruz. Philebos adlı dialogunda yine: Yaşamanın ereği nedir? sorusunu ele alır. Eskiden buna Platon: “Ruhun yetkinliği, kendi kendisine yetmesi, ereğini kendi içinde aramasıdır” diye cevap vermişti (Phaidon). Şimdi,sözü geçen dialogta, bu asketik tutumdan (dünyaya sırtını çevirmek, dünyadan elini eteğini çekmekten) oldukça uzaklaşır. Bu arada, ahlaklı bir yaşayışın ancak insanı mutlu yapabileceği düşüncesine bağlı kalır. Esasta gerçek mutluluğu yine ruhun en yüksek olgunluğunda bulur, çünkü ancak bu yetkinlik sayesinde ruh idealarından pay alabilir; bundan dolayı yararcı ahlakın gerçek mutluluğa ulaştıramayacağına yine inanır.